Türkiye Yüzyılında Kadın Giyim Modası
Tanzimat ilanına kadar geçen yüzyıllarda Osmanlı kadın kıyafetlerinde radikal bir değişiklik görülmedi. Avrupa modasının Osmanlı topraklarına girişi ithal kumaşlar ile gerçekleşti. Paris’in moda merkezi haline geldiği dönemde saray hanımları da kumaş tercihlerini buradan yana yaptılar.
İlk olarak kumaş ve süslemeler ile Batı tarzını benimseyen saray hanımları zamanla oyalar, dantellerle sınırlı kalmayıp; kesim, korsaj ve yaka gibi kıyafetin biçiminde de Batılılaşmaya başladı. İstanbul’daki terzileri yetersiz bulan hanımlar, siparişlerini Paris’teki moda evlerine yönelttiler. Bu geçiş dönemindeki tarz kargaşasında geleneksel bir entari üzerine Parisli bir terzinin elinden çıkmış ceket ile kombinlenebiliyordu.
Hazır giyim alma imkanının 19. yüzyılda gelişmesi ile birlikte, Avrupa modası etkisindeki entariler çarşıdan da satın alınır hale gelmişti. Bu vesile ile Batı modası artık saraydan taşmış, halkla da buluşmuş ve benimsenmişti.
Ezber bozan Naime Sultan
Şimdilerde aksine pek rastlamasak da eskiden gelinlik beyaz olmak zorunda değildi. İlk olarak 1840’da Kraliçe Victoria tarafından tercih edilen beyaz gelinlik, etkisini yankılanarak artırmıştı. Batıda 1870’lerden itibaren açık renkli ipekli kumaşlardan tasarlanan gelinlikler, uzun kuyruk modelleri, ince bel hattını ortaya çıkaran balenleri ve kabarık kolları ile dikkat çekiyordu.
Avrupadaki bu akım Osmanlı Topraklarına da yansıdı. 19. yüzyıl sonlarına kadar dönemin gelinleri gömlek, şalvar ve üç etek olarak adlandırılan entariler ile gelin oluyorlardı. Bu geleneği topraklarımızda ilk değiştiren isim ise II. Abdulhamid’in kızı Naime Sultan oldu. Batı etkilerinden esinlenerek kendisine beyaz gelinlik tercih eden Naime Sultan, gelinliğinde uzun ve dört etekli eski usul tarzı tercih etmişti.
Yeni akımda giyim
Fransanın başkentiden tüm Avrupa’ya daha sonra Türkiye’ye kadar yayılan moda akımı ışıltılı taşlarla kaplı, kabarık, göz alıcı giyimlerin yerini hafif ipekli kumaş üzerine dantel veya tül gibi zarif bir detayla süslenmiş davet elbiselerine bıraktı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul sosyetenin moda merkeziydi. 1927’de Kız Sanat Fakültelerinin kurulması ile moda evlerinin gelişmesine ön ayak olunmuş, devlet protokolündeki hanımların kıyafetlerin hazırlanmasında görev görmüşlerdi. Enstitülerde düzenlenen sergi, defile gibi etkinliklerle Avrupa modası Türkiye’nin her şehrine taşınmıştı.
İnce bel görünümüne kavuşmak pahasına korselerin içine sıkışıp kalmış kadınlar, 20. yüzyılın başında savaş sonrası rahatlığa kavuşmayı temsil edercesine korselerden kurtulmuştu. 1920’lerde Ekim Devrim’inden kaçan Rus mültecilerin Türk topraklarına girmesi ile kültürel kalıplarla beraber giyim kuşam da büyük ölçüde değişime uğradı. Dönemin düşük belli, korsesiz ve kısa elbiseleri İstanbullu hanımlar için bir yenilikti. Omuzlardan aşağı düz kesimle inen bol elbiseler dekolteli yakaları ve kısa etek boyları ile dikkat çekiyordu. Üzerinde hafif işlemeler bulunan bu kısa elbiseler, etek uçlarındaki asimetrik kesim detayları veya püsküller ile Çarliston dansına uyum sağlıyordu.
Modanın çizgileri
1922’de Firavun Tutankamon’un mezarının keşfedilmesinin ardından Mısır motiflerinin kıyafetlerde yer edinmeye başlaması, vebanın arttığı dönemde kadınların etek altına tel çember giymesi ve bunun gibi birçok örnek tarihteki gelişmelerin modaya etkisini kanıtlar nitelikte. Yakın döneme bakacak olursak ev giyim, dış giyim, resmi giyim arasında çok belirgin çizgiler varken pandeminin hayatımıza girmesi bu çizgilerin silikleşmesine neden oldu. Mağazalarda spor giyim bölümleri ayrı tutulurken artık dış giyimle bir arada sergilendiğini görebiliyoruz. Savaşlar, ekonomik çalkantılar, hastalıklar gibi her bir etken moda endüstrini etkiliyor. Kumaşlar kısalıyor, işlemeler azalıyor belki ama moda var olmaya devam ediyor.